17 Kasım 2009 Salı

En Ağır Masallar

Hava öyle ağır ki, nefes alamıyorum. Bedenime uygulanan basınç ciğerlerimin kapasitesini küçültüyor. Varolmanın dayanılmaz ağırlığında yaşıyorum. Dayanamıyorum. Anlamsızlıkların orta yerinde bir başımayım, başım ağrıyor. Çözemediğim kaygılarım, bilemediğim sancılarım, göremediğim ellerim ağır. Ağırlık zamanın ötesinde, zamandan ayrı işliyor. Damarlarıma işliyor, ruhuma işliyor, beynime işliyor… Kimse beni tanımıyor, kendi kendimden korkuyorum, kaçamadığım nefessizlikler, ıssızlıklar başkalarının anlamsızlıklarından türüyor, hayatıma yüklenen anlamlarla. Bedenimin her bir uzvu ayrı ayrı seğiriyor. Ayrı ayrı ağırlaşıyor bacaklarım, kollarım, dudaklarım, gözkapaklarım… Göremiyorum, gülemiyorum, gelemiyorum kendime… Sabahın ayazında çıkamıyorum yollara, baştan çıkıyorum, en başa dönüyorum gecenin en ağır karanlığında. Boğazımda gizlenen bir hıçkırığın ağırlığında duyuyorum acısını gündüzlerin. Yaşamamak, yaşayamamak… Kırgınım, kızgınım çaresizliğimin, boşvermişliğimin ayrımsayamadığım küçük bir anlamına. Benimle alıp veremediğin bir şey mi var? Evet, nefesin!

Bırak kendim alıp vereyim nefeslerimi, sensiz nefes alamamak bu mu demek? Beni rahat bırak! Nasıl bırakayım, ben sen değil miyim? Hava çok ağır, havaya binlerce metal zerresi mi karışmış, ciğerlerime batan bu soğukluklar ne? Renkler de mi soğudu ne! Renklerimi kaybediyorum, renkler ağırlaşmış… Kapat gözlerimi, karanlıklarının hatırına… Hatıralarım da ağırlaşıyor. Kararıyor ellerim, beynimin ıssızlıklarında ucube bir yaratık mısın sen? Seni ben mi yarattım, beni sen yarattıysan ya da, bırak nefes alayım. Çok ağırsın…

Çok eski çağlardan kalma bir ağırlık bu, bir ağı damarlarımda dolaşan, nefesime karışan metallerden ciğerlerime dolan. Derimin altından, irinli kütlelerin kokusu yayılıyor ruhuma. Ağılaşıyor kalbim… Uzun zamandır kan kusuyorum, kalbimin odacıkları bomboş. Sistemleri zorluyor hayat sınavım. Tüm sınavlardan dünyada kaldım yine, çift dikiş kayboluyorum yarınlarımda. Sen beni anlamıyorsun. Beni anlayabilecek bir yarım saatin bile yok bu yarım yamalak yaşamımda. Çeyiz sandığımda karanlık bir dünyanın el emeği, göz nuru yanılgıları saklı… İnce ince işleniyor yalnızlığım odalarına kalbimin… Ben senin üstüne kustum mu hiç öfkemi? Gördün mü içimdeki iğrenç kendinden sapmışlığı, kendinden bıkmışlığı? Yarın yine beni soracaksın, sana bir öykü anlatacağım, anlayamayacaksın. Bekleyişlerim sana bir şey anlatamaz, öykümde bilmediğin dillerde küfürler saklı, çağlar boyu insanlığın yalnız ruhuna sinmiş küfürler… Ağzından salyalar akıtarak kaçan ama saklanamayan bir insanlığın küfürlü diliyle konuşuyorum ara sıra, bir süre kimse duymuyor, ya da dinlemiyor… Bir süre sonra ise bu dili herkes öğreniyor, bu dilde anlatılacak öykü çok. Bu dilde oynanıyor tüm yasak oyunlar. Oyunun sonunda infaz ediliyor tüm zavallı insancıklar. Oysa işledikleri tek suç yazılanı oynamaktı. Doğaçlama bile değil oysa ki, sadece yazılanlar satır satır… Ağır mı geliyor bu yaşanmış çağlar insanlığıma, kadınlığıma, erkekliğime, çolukluğuma, çocukluğuma… Ağır ağır işliyor paslanmayan demir gecenin kör karanlığında. Ama paslanıyor ağızlarda umutlar… Paslanıyor gökyüzü, paslanıyor denizler, bedenime değen metalin paslı rengi benliğime yayılıyor ağır ağır. Ağzımdaki pas kokusu bundandır. Paslanmakla da kalmıyor biliyor musun? Küfleniyor ormanlar ıraklarımda. Yaklaşamıyorum masallarıma; küfkedisi miyim ben yoksa? Yamuk prenses mi? Yamuk yumuk ellerim ayaklarım, yılık gözlerimde anlamsız bir bakış. Seni nerede bulacağımı biliyorum. Kendimi sana anlatmaktan bıktığım zaman susacağım, o zaman beni tanımayacaksın karşına çıktığımda. Bekliyor muyum sanıyorsun asırlardır uyuyarak, uyanığım aslında; beni çoktan öptü bir kurbağa, ama bir kurbağaya dönüşmedim, bir prensim de olmadı. Asırlardır uzattığım saçlarım seni mi kurtaracak beni mi bilmiyorum. Sanırım ikimizin de boynuna dolanacak en sonunda tel tel. Bekledikçe haftanın her günü bölündüm, küçüldüm, küçülerek çoğaldım, yedi cüceyim haftanın sonunda, bir adım Cuma, bir adım Cumartesi, sonra Pazar, Pazartesi, Salı, Çarşamba, Perşembe… yedim de kendime benziyorum biliyor musun? Cinsiyetim yok yalnızca, aşık olamıyorum. Her günüm aynı… Bir batında yediz günüm oldu, tek yumurta yedizi, hiçbir günümü diğerlerinden ayıramıyorum, gittikçe büyüyorlar. Bu öyküler çocukçalığımda kaldı artık. İsyanlarım gibi.

Kaygısızım artık. Sana dünyamı anlatmaya geldim, asırlar önceki çocuksuluğumdan başladım ama, umarım sıkılmazsın. Bana hep aşkla ilgili öyküler armağan ettiler, büyüyünce de çekip aldılar. Aşk yok dediler, aşka takılmışlığım ondandır. Sana seslenişlerim hep ondandır. Kendi kendimi küçültüp, çoğaltmalarım ondandır. Ağır ağır yaşamam da… Aşksızlıktandır. Masalsızlıktandır. Şarkısızlıktandır. Ama sakın acıma bana. İçimde nereye gideceğini bilmeyen yollar var. Yollarımı karıştıran sisler, kara dumanlar var. Çok önemli bir misyonum da var, sakın bana acıma. Topraklarımda açık yaralar var. Meleklere kızıyorum günahlarımın hesabını tuttular diye, oysa içimde henüz yapamadığım iyilikler var. Ellerim titriyor masal kitaplarımın sayfalarını yırtarken ama hepsinin son kullanma tarihi asırlar önce geçmiş. Artık kendime yetişkinlik masalları uydurmalıyım. Kendimi yine uyutmalıyım, uyutup da yine küçültmeliyim, yeterince büyümüşüm, belki de ölmeliyim. Masallarda iyiler ölmüyor ki, melekler aleyhime şahitlik etmezse ben de ölmem belki. Bu masal dünyasında ne kadar kalırsam o kadar kirleneceğim biliyorum. Ama çıkamıyorum. İnsanlığın tüm günahlarıyla yaşamak zorundayım. Kadın da olsam, erkek de olsam kirleneceğim, kirleteceğim. İnsan mutsuzluğunu kendisi kurar. En büyük günahları masallardan çalarak bile bile yaşar. Artık meleklere günahı öğretiyoruz, melekler artık saf değil. Melekler insanlardan nefret etmiş olmalı çoktan. Dedim ya hava çok ağır, ağırlıktan kalkmıyor kollarım havaya, açılmıyor ellerim boşluğa. Ezberimdeki tüm dualar şeytanların şiiri. Kendimi ne zamandır mutsuzluğuma hapsettim bilmiyorum, nasıl senden medet umarım, bana kim yardım edebilir ki… Güçsüzüm ve bu güçsüzlüğüm ‘ben’i korkutuyor. Öyle yorgunum ki, hem bu yorgunluk için çok erken olduğunu da biliyorum. Sana ulaşmak için eski haritaları kullanıyorum ama o yollar çoktan kapanmış. Keşfetmem gereken başka yollar olmalı. Kendimden kaçmak, karanlıklarımdan kurtulmak ne kadar zor olabilir ki… Aslında belki de yapmak istediğim şey kendimden kurtulmak değil kendimi değiştirmektir. Kendimi bir değişime hazırlamam da gereksiz, zaten yıllardır hazırlanıyorum. Yapılacak şeyleri başkalarına anlatmalıyım, inanmasalar da. İmkansızlığı düşünmek istemiyorum bugünlerde, kendime acımak istemiyorum. Sana tüm inançlarımı anlatmak istiyorum, yalnız senin anlayacağını da biliyorum, çünkü yıllarca beni yaşamışsın. Sana zarar vermekten korkuyorum en çok, seni de mutsuzluğuma hapsetmekten korkuyorum, hak etmiyorsun çünkü. Bana inanmazsan eğer, beni saçmaladığıma inandırmanı umuyorum. Beni çekip almanı istiyorum tüm bu yalnızlığımdan ve yıkıcılığımdan, buna gücünün yetmesini umuyorum. Kendimden ne kadar korktuğumu, neden bu kadar korktuğumu, zayıflıklarımı sana hangi dilde anlatacağım, ortak kelime haznemiz mi var. Hem daha seni tanımıyorum bile, senin beni tanıyacağını umuyorum bir yerde karşılaştığımızda, ama ben bile kendimi tanıyamıyorum ki, belki de bundandır korkularım ve kendimden kaçışlarım. Senden de korkuyorum ama senden korkum seni tanımamamdan değil kendimi tanımamdan. Umarım sen benden korkmazsın, benim korkularım ikimize de yetecek kadar çok zaten. Hem nerden bilmiyorum ama senin benden korkmadığını biliyorum. Belki de korkulacak kadar kötü de değilimdir. Sadece anlamsızlığımda kaybolmuş gibiyim, hiçbir şeyden emin olmadığım gibi ikimizden de emin değilim. Bana “her şey çok güzel olacak” mı diyorsun, güldürme beni… ya da güldür, evet gülmek en iyisi sanırım. Tüm insanlığın beyninin kıvrımlarında pusu kurmuş bekleyen ve hep hastalıklarla beslenip büyüyen bir canavar benim benliğimde doğdu. Beynim inflak etti, kafamı toplamalıyım bir süre, tüm kirli fikirlerim dünyanın dört bir yanına yayılmıştır şimdiye kadar. Tüm savaşlarım, tüm açlıklarım, tüm acılarım dünyanın dört bir yanına sindi çoktan. Hepsi benim savaşlarım o kan kokan, ateş yağan uzak şehirlerdeki… Benim milyonlarca gözüm var, milyonlarca acı görüyorum, her biri gördükleri için tek tek oyuluyor, her oyuluşta canım acıyor. Savaşlarda kesilen milyonlarca boğazım var. Her bomba sesinde kulak zarlarım parçalanıyor, milyonlarca kulak zarı acısı… Dünyanın dört bir yanında çanlar benim için çalıyor ve selalarım okunuyor gün boyu savaş şehirlerimde, her bir ruhuma el fatiha… Milyonlarca çocuğum ağlıyor açlıktan, her birinin gözleri benim gözlerim. Yaşlarım akıyor çorak topraklara kıpkırmızı o gözlerden, o topraklarda acı yeşeriyor, hastalık bitiyor artık. Hangi dilde ağladığımı bilmiyorum. Açlıktan ölen de benim, kendimi açlığa mahkum eden de. Bomba korkusuyla karanlık sığınaklara sinen de benim, uzaklarda bomba için para basan da… O bombalarla şehirlerimi koruyan da benim, o paralarla çocuklarımı besleyen de… Her gece kan dökerek intikam alan benim, kendi kendimden… O yüzden utanıyorum, o yüzden kaçıyorum kendimden. Kendimi tanımamak için büyük çabam bu yüzden. Her dilde aynı ağlıyorum, her dinde aynı duayı ediyorum, her ten renginde aynı gülümseyiş gözlerimde. Ama her savaşta kendi bebeğimi öldürüyorum, kendi kanımı döküyorum, kendi yaramı sarıyorum, kendi insanlığımdan utanıyorum, kendimi asla affedemiyorum, kendimle başa çıkamıyorum. Dün dünyanın bir ucunda bir bacağımı kaybettim mayın tarlasında, henüz yedi yaşıma yeni basmıştım ağladım; aynı anda dünyanın diğer ucunda karımı öldürdüm benden habersiz dışarı çıktı diye kırkımı çoktan devirmiştim; aynı anda tecavüze uğradım başka bir şehirde henüz on sekiz yaşımdaydım, güzel bir kızdım, aşıktım, ağladım; aynı anda çok uzak bir şehirde son nefesimi verdim ıssız soğuk bir odada yapayalnız, artık zamanım da gelmişti, doksan altıydım; aynı anda soğuk bir mahsende kollarım bacaklarım bağlı çırılçıplak işkence gördüm, bilmediğim bir suçu üstlendim henüz yirmi beş yaşındaydım, öğrenciydim… Dün aynı anda ayrı ayrı yerlerde defalarca canım yandı, defalarca suç işledim, defalarca tecavüze uğradım, defalarca uzuvlarımı kaybettim acı içinde kıvrandım, defalarca öldürüldüm, öldüm, öldürdüm. Ama iyi şeyler de yaptım aynı anda, dünyaya bir bebek getirdim; sevdiğim kadına bir şiir yazdım; on yaşındaki çocuğuma istediği oyuncağı aldım cebimdeki son paramla; yaşlı ninemi sırtımda taşıdım hastaneye; sigarayı bıraktım yirmi yılın ardından; kitaplarımı bağışladım bir köy okuluna… Her dilde güldüm, güldürdüm… Ama yine de yetmiyorum kendime, bir yerlerim hep sızlıyor, hep kanıyor. Sen beni taşıyabilir misin, benim bir dünya dolusu sancım var, biliyorum seni de acıtıyorum, sana hep acıyı anlatıyorum, sana acıdan başka verecek bir şeylerim olduğunu mu düşünüyorsun, ben sanmıyorum.

Hiç yorum yok: